28 Kasım 2011 Pazartesi

27.11.2011 TS:0- BJK:1 ST Süper Lig

 Ligin avrupalılarını karşı karşıya getirecek karşılaşma öncesinde çok zor bir Inter maçından çıkan TS handikaplı görünürken peş peşe sakatlık haberleriyle sarsılan Beşiktaş haftalardır inşa ettiği ilk 11ini yeniden yapılandırmak zorunda kaldı. Necip ve Velinin yokluğunda ortasahayı nasıl kurarız diye düşünürken son anda bunlara Simao ve Aurelio da eklenince işin rengi değişti. Evindeki 2 derbide de üstün oynamayı başardığı halde kazanamayan Beşiktaşın bu maçta daha zor olmasına rağmen 3puan alma zorunluluğu vardı. Bu durum da Carvalhalin sınavı olacaktı. Maça az zaman kala klasik 11indeki 3 eksiği Toraman-Fernandes-Ekrem ile tamamlayan hocanın ne yapmaya çalıştığı, neden yaptığı yine bir mantık çerçevesinde anlaşılabiliyordu. Hafta içi Inter karşısında müthiş oynayan TSu yerinde izlemiş tanımış ve eldeki malzemesiyle bir oyun kurgusu planlamıştı. Bazıları 11i oluşturan isimlerden hareketle hocanın beraberliğe razı ve sadece savunacak defansif bir takım sahaya sürdüğünü düşünse de defansif olarak nitelendirilen şeyin oyun planı olduğunu isimlerin kendi başına defansif olamayacağını anlamaları için maçı izlemeleri gerekiyordu herhalde.
1e1 değişen oyuncuları kıyasladığımızda  Aurelionun yerine oynayan Toraman aslında bir stoperdi belki fakat Aurelioda bir Alex değildi en nihayetinde. Toramanın maç performansını izlediğimizde gördük ki ofans/defans balansı Aureliodan farksızdı. Bir diğer forma değişimi Simao-Ekrem arasında yaşandı buda takımı hücum yönünde tıkayacak bir hamle gibi görünüyorsa da defansif olarak ortasahaya ve arkasındaki beke yapacağı katkı açısından faydalı bir hamleydi. Bir diğer yeni isimde Velinin formasını giyecek Fernandes oldu buda diğerlerinin aksine hücuma daha fazla katlı sağlayan bir değişim olacaktı.
Eksik oyuncuların bu şekilde telafi edilmesinde hocanın seçtiği isimler kadar bu oyuncuları koyduğu pozisyonlarda çok değerliydi. 11 belli olduğunda yeni isimlerle bir sürü dizilim ortaya atılıyor ve tartışılıyorken ben içimden hep "umarım oturmuş geri 4lüye dokunmaz" diye geçiriyordum. Maç başladığında gördük ki hoca da takımın arızasız bölgesini kurcalayıp kendi kendine bir arıza çıkarmadı ve eldeki imkanlarla kurabileceği en güzel stratejiyle maça başladı. İsimler kıyaslandığında daha hücumcu görünen TS olsa da ilk yarıda net pozisyon sayısı olarak Beşiktaş etkili oldu. Burak bir türlü alıştığı alanları bulamıyor, Colman -belki fiziksel gücüne güvenmediğinden oynama mesafesini kısa tutmak adına- Beşiktaş cezasahasına fazla yaklaşmadan oynuyordu. Ceza sahasına ne kanattan ne havadan ne göbekten bir türlü giremeyen TS kalabalık Beşiktaş ortasahasını atlatmak için kazandığı toplarla hızlı hücumlar yapmaya çalışıyordu bu tempoda kısıtlı enerjisi olan takımın gittikçe yorulmasına sebep oldu. 
Karşılaşmanın ikinci yarısında Beşiktaş ceza sahası önünü Toramanla süpürüyor, kazandığı topları Fernandes ile tutup Q7 yi dinamit gibi TS defansının içine atıyordu. Haftalardır eleştirilen Q7 TS defansına öyle zor anlar yaşattı ki bu pozisyonlar psikolojik olarak takımın toplu tüfekli yüklenmesine engel oldu ve üstüne Holosko ve Pektemek gibi güçlü tempolu isimler oyuna dahil olunca artık gözler her an gelebilecek Beşiktaş golünü beklemeye başladı.
Oyunun en etkili isimlerinden Hilbertin getirdiği bir pozisyonda Tolganın top sektirmesi, Celutskanın daha yakın olmasına rağmen geç kalarak Pektemekin seken topa daha önce müdahale etmesine fırsat vermesi gibi zincirleme hatalarla penaltı, kırmızı kart ve gol geldi. Özellikle bu dakikalardan sonra alıştığı futbol alanlarını bir türlü yakalayamayan, istediklerini yapamayan Burak iyice gerilmiş ve pozisyonlarda işi gücü bırakıp sürekli hakemi kurcalamaya başlamıştı. Maçı statta seyreden ve öfkeden deliren bir çok seyirci eve gidince Burağın penaltı istediği, ofsayt yok diye isyan ettiği bir sürü pozisyonda haksız olduğunu ve itirazlarla uğraşırken hem olası gol pozisyonlarını bıraktığını hemde Beşiktaşın kontra pozisyonlar yakalamasına sebep olduğunu görmüştür herhalde. 
Türlü handikaplarla sahaya çıkan iki takımın mücadelesi gerçekten iki yönlü ve kendilerinden beklenene yakışır oldu. Fakat net pozisyonları daha fazla yakalayan taraf olarak Beşiktaş hakkettiği bir maçı aldı diyebiliriz. Takımın defansifliği -luce ve denizli şampiyonluklarında olduğu gibi- sıkça eleştiriliyorken maç sonunda istatistikler bunu yalanlar cinstendi. GS maçında 22/10 olan şut/isabet oranı bu maçta da 19/11 olmuştu. Sahada en çok koşan 3 ismin Fernandes-Toraman-Ernst olması dengelerin nerede bozulduğunu açıkça ortaya koyuyordu.
12. haftayı geride bıraktığımızda ligde ve avrupada hedeflerini kovalamaya devam eden oyun olarak sürekli iyiye giden, oyundan ziyade takım olma yolunda çok fazla yol alan Beşiktaş şampiyonluk yaşamış diğer 4 takımlada maçlarını hiç mağlubiyet almadan tamamlamış oldu. Kalan haftalarda işler daha da iyiye gidecek gibi görünüyor. Hele hele dünkü maçta haftalardır aforoz statüsünde duran Fernandes gibi bir yeteneğin trip atmak yerine çıkıp 12km koşması, 64/53 pas yapması yani "bende  artık oynamak istiyorum" demesi takım için önemli bir kazanım oldu. Özellikle Uefa da kalan 2 kritik maç olduğunu düşündüğümüzde bu çok önemli bir gelişme.
Şimdi 3gün sonraki Maccabi maçı için nefesleri tutma zamanı, haydi rast gele...

21 Kasım 2011 Pazartesi

20.11.2011 BJK:0 - GS:0 ST Süper Lig

 Bayram ve milli takım arasıyla biraz nefes alındıktan sonra derbi ile sahalara döndük. Bayram arasında yaşanan 4-2lik gençler mağlubiyeti Beşiktaşın üzerinde bir leke gibi göründüğünden yorumcular maçın kafa kafaya geçeceğini hatta bazıları Galatasarayın daha avantajlı olduğunu söylüyordu. Fakat henüz ligde her takımın arayışları devam ederken Beşiktaş haftalardır bir kadro istikrarı yakalamış ve istikrarlı 11 ile gün geçtikçe daha etkili olmaya başlamıştı. Galatasarayda ise hala formsuz bir çok oyuncu ve yakalanamamış bir saha içi uyumu söz konusuydu.
Maçın ilk 15 dakikasına oyunu kontrol etmeye çalışan Beşiktaşa karşı 2 gol girişim şansı yakalayan taraf GS oldu. Fakat bu dakikadan sonra ilk yarıda öyle bir son yarım saat izledik ki ben Gordonlu yıllarda Fenere 5 atarken bile bu kadar fazla pozisyon bulan, bu kadar rakibini sürklase eden bir Beşiktaş izlememiştim. Kaçan pozisyonlar inanılacak gibi değildi. Maçta dengelerin bu kadar bozulmasının en büyük sebepleri agresif stili olan Melonun çok erken sarı kart görmesi, Ayhan-Q7 eşleşmesinin başarısızlıkla sonuçlanması ve Selcuk-Melo ikilisinin Veli-Ernst kadar oyunu iki yönlü oynayamaması sonucu ortasahada tüm kontrolün Beşiktaşa geçmesiydi. Kazım ve Enginin etkisiz oyunu ve Elmanderin takımla ilişkisinin kesilmesi GSı tamamen etkisiz kıldı. 
Bu devrede maçın 2,3-0 bitmemiş olması GS adına çok büyük bir şanstı. Devre arası Fatih hocanın imdadına hızır gibi yetişti üstelik maç hala 0-0dı. Ayhan-Sabri hamlesini hemen yapan GSda Sabrinin girer girmez sakatlanması maçın kalanında GSı skora razı ve idareci bir futbola bürünmeye zorladı. Beşiktaş ise sezonun şut ve isabetli şut rekorunu kırmak üzere ısrarlı bir şekilde yüklenmeye devam ediyordu. Zaman zaman maçta öyle anlar oluyordu ki saha içinde GSlı oyuncular yerlerini kaybediyor, aldıkları topu tekrar Beşiktaşa veriyor kelimenin tam anlamıyla abondone oluyordu. Bu anlarda da bir türlü golün gelmemesi Musleranın geldiğinden beri en iyi maçını oynamasından ve genç stoper Semihin inanılmaz özverili oyunundan kaynaklanıyordu. Genel olarak maça çok fazla zarar vermeyen hakem yönettiği her BJK-GS maçında olduğu gibi bu maça da bir nazar boncuğu bıraktı ve Almeidanın golü ile sonuçlanan pozisyonu tartışılMAyacak bir faul ile kesti.
Fenerbahçe derbisinden sonra evinde 2. derbisinide hakettiği halde kazanamamak Beşiktaş adına çok büyük şanssızlık olsada 11. hafta sonunda artık Beşiktaş bu ligin en güçlü takımı olduğunu göstermeye başladı diyebilirz. Israrla üzerine gelinen Q7 dün 90 dakika boyunca 3 farklı oyuncuyla marke edilmeye çalısıldı. Buna rağmen yakaladığımız pozisyonların çoğunda o vardı. Evet sezon başında gerçekten çok kopuktu fakat takımın idealize edilmesi sürecinde oda kendini takıma adapte etti ve şu an belkide kariyerinde hiç oynamadığı kadar takım için faydalı oynamaya çalışıyor. Bu tarz oyunu geçmişte avrupanın büyük takımlarında oynadığında sergilemiş olsaydı sanırım biz şu an onu ligimizde değil anca youtube da seyredebilecektik. Ağzından salyalar akıtarak her maçtan sonra Q7 konuşan sığ yorumculardan gerçekten çok sıkıldık. Yatıp kalkıp öyle yapma böyle yap dediğiniz adam sizin dediklerinizi yapsa ilk yorumunuz şu olur "Türkiyede bu adamlardan çok var neden bu kadar para veriyoruz" 
Herşeye ve her türlü şanssızlığa rağmen gün geçtikçe daha iyi bir Beşiktaş izliyoruz. Puan durumuna bakıp endişe etmek çok gereksiz çünkü bir sezonda dünkü kadar etkili oynanan bir maçı şanssızlıktan kaybetmek insanın bir kaç kez başına gelecek bir hadise değildir. Tüm takıma helal olsun bir derbide bu kadar üstün oynamanın gururunu yaşamak çok keyifliydi.

4 Kasım 2011 Cuma

03.11.2011 BJK1 - Dinamo Kiev0 UEFA E.League

Gurupta şanssız 2 deplasman maçından sonra artık puan kazanma zamanı gelmişti. Nasıl ve ne yolla olduğu fazlasıyla ikinci plandaydı. Bu yüzden son maçlarda yakaladığımız kadro istikrarından vazgeçmemek en azından mücadele gücü yüksek bir takımla oynama garantisi olacaktı. Ve öyle de oldu...
Artık iyice ezberlenen 11 sahada yine mücadele düzeyi yüksek bir oyun sergilemeye başladı. Özellikle ilk 15 dakika Velinin inanılmaz arzulu oyunu, sahanın her yerinde pozisyonların içinde yer alması gerçekten dikkat çekiciydi. Tabi harcadığı bu aşırı efor onu ilk yarının sonlarında biraz oyundan düşürdü. Maçın ilk yarısında çok farklı bir Q7 izledik. Son haftalarda "takım için oyna" eleştirileri ayyuka çıkan yıldız oyuncu bu maçta klasik bir sağ açık gibi oynadı. Rakibin tüm ataklarında kanadını savundu, öne çıktığında 1e1'lere bulaşmadan topu ayağından çıkardı. Yani tamda herkesin istediği uslu çocuk oldu. Evet herkesin yapmasını istediği şeyleri yapıyordu ama bu seferde o ne yapacağı belli  olmayan "ters" karar ve hareketleriyle rakibi zor durumda bırakan ve hücumda etkili olmamızı sağlayan farklı oyuncuyu kaybetmiştik.
Takım rakibi özellikle orta sahada zaman zaman tamamen etkisiz hale getiriyordu. Bu baskıdan oluşan top kayıpları ile kanatlardan yüklenerek gol aradı. Fakat bir başka performansı didiklenen Simaonun isabetsiz ortaları aranan golün bir türlü gelmemesinin başka sebebiydi. Bu topları çok isabetli kullanmak zorundaydık. Çünkü Gutinin futbolla olan ilişiğinin kesilmiş olması ve takım içinde bir alternatifinin olmaması takımın göbekten oynamasını zorlaştırıyor, Veli ile bu bölgede biraz top yapmak istesek de başarılı olamıyorduk. Bu durumda kaptığımız toplarla az adamla rakibin üzerine çullanarak şans arıyorduk. Öte yandan sezon başında Fernandesli dönemlerde artık gol silahımız haline gelen duran toplar da Fernandesin "ruhani sakatlığı" ile birlikte etkisini yitirmiş ve takımın tüm gol atma olasılığını Simao ve Q7nin kanatlardan geliştireceği pozisyonlara yıkmıştı.
Bu şartlarla bile ilk yarıda gol olabilecek netlikte pozisyonlar yakalanmış fakat biraz şans biraz beceriksizlikle gol bulunamamıştı. Belki de bu yüzden maçın ikinci yarısında farklı bir Q7 izledik. Belki bu tercih değil yorgunluktan dolayı enerjisini sadece hucuma saklamasından oldu. Fakat sol kanada geçen Q7 bu bölgeden 3-4 etkili pozisyonun yaratılmasında etkili oldu. Tabi bu dönemde arkasında çılgınca mücadele eden İsmail de kahraman olmaya başlamıştı. Bugün öğrendim ki son düdükten sonra fenalaşarak yere yığılan İsmaili sedyeyle dışarı çıkarmışlar. Bu günümüz futbolunda kolay kolay rastlayamayacağımız türden bir özveri ve hırs. 
Gol yoklamaları Egemenin bir kornerde rakibini de bariz altına alarak attığı golle amacına ulaştı. Bu dakikalardan sonra çok korkutucu olmasa da Kievin ataklarını izledik fakat öyle bir 93. dakika yaşandı ki sanırım bu maçın, bu sezonun, bu dönemin yıllar sonrada hatırlanacak bir pozisyonu olacak. Maçta net olarak anlamamış fakat "kesin orda akıllara zarar işler oldu" demiştik. Hakikatten aynı pozisyonda 15 saniyede hepsi kaleyi bulan 7 gol girişiminide engellemişti takım. Takım diyorum çünkü bütün takım altıpasın içinde hep beraber bu savaşı veriyordu. Maçın böylesine bir pozisyonla son bulması çok anlamlıydı. Hem takımın mücadelesini taçlandırdı hemde haftalardır son dakikalarda yaşanan kayıpların tesellisi gibi oldu.
Adım adım takım olma yolunda ilerledik ve bu maçtan sonra artık epeyi bir yol aldık diyebiliriz. Fakat ortada garip bir durum var. Geçen yıl aynı takımla Schuster inanılmaz hücum zenginlikleri yakalarken hep şunu söylemiştik; "bu takıma defans yapmayı, takım savunmasını öğretmemiz lazım". Bugün hemen hemen aynı malzemeden yeni bir takım inşa ettik ve görünen sıkıntı takımın hücum organizasyonlarında etkisiz kalması. Şimdide "bu takıma hücum yapma yeteneği kazandırmamız lazım" diyoruz. Fakat dönüp alınan sonuçlara baktığımızda mücadelenin ve savunmanın sürekli hücum düşünmekten daha iyi sonuç verdiğini görüyoruz. Takımın yarısından çoğuyla savunup 3 kişiyle gol aramak tabiiki saçma bir zihniyet ama eminim hoca bu konuya biraz kafa yorup oyunun iki yönünüde kollektif oynamak adına çareler arayacaktır. Her ne olursa olsun takımın maç kazanmasından daha ziyade mutluluk verici olan realite  her maçta takım olma yolunda daha net adımlar atıldığını görmekti ve dün bu sezonun en üst seviyesini  seyrettik. Ayrıca futbol kalabalığından ve futbol dışı olaylara fazlaca gömülmemizden kaçırıyoruz ama ülke futbolu açısından bu gruptan çıkmamız ve azami puan toplamamız çok önemli. Bu anlamda da dün çok güzel bir gün oldu. Bakalım yarını daha da güzel yapabilecekmiyiz.