14 Mayıs 2012 Pazartesi

Kardelen

Boğaz azgın bir nehir gibi akıyordu Marmara’ya doğru. İstanbul’un üzerine çöken manevi ağırlığı kaldıracak bir evliya beklentisi vardı sokaklarda. Karayelden esen rüzgar, yağmur getirecekti şehit mezarlarına. Fatih’in al kanla fethettiği İstanbul beşyüzyıl sonra, kansız savaşsız İngilizler’e teslim edilmişti bir Mayıs sabahı. 
Dolmabahçe önünde son silahlı birlik de silahlarını teslim ediyordu. Yüzbaşı Şeref ve birliği manga manga tüfeklerini, tabancalarını hatta süngülerini İngiliz subaylarına makbuz karşılığı teslim ediyordu. Birliğin sonu geldiğinde İngiliz Çavuş Şeref Yüzbaşı’ya bağırdı :
       - Sör ! Tabancanız...
Şeref hiddetle döndü, elinin tersiyle çavuşa vuracak oldu. İngiliz Binbaşı araya girdi ve “Tabancanız kalsın, mermileri boşaltınız yüzbaşı” dedi.
Şeref hiddetle tabancasını çekti, ateş edebileceğini düşünen İngiliz askerleri silahlarını Yüzbaşı Şeref’e doğrulttular. Şeref “altı patlar”ını gökyüzüne çevirdi, tambur pimini çekti, prinç kovanlı ve uçları çentikli altı mermi iki metre yükseklikten yere boşaldı. Kabzası laz işi, baba yadigarı tabancasını kılıfına soktu, asker dönüşüyle birliğinin karşısına geçti. Hazırolda bekleyen 120 asker yumrukları sıkılı, dişleri kenetli, Galiçya’dan Hicaz’a, Trablusgarp’tan Fizan’a peşinden gittiği o mert adamın ağzının içine bakıyordu. Bir emir verse, evet o bir emir verse bir avuç züppe İngiliz’i elleriyle boğabilirlerdi.
       - Şimdi dağılıyoruz arkadaşlar. Sizleri 10 yıldır sabırla bekleyenlerin yanına gidin. Ama unutmayın bu iş daha bitmedi, bu millet esaretini yenmek için sizin gibi yiğitlere ihtiyaç duyacaktır. Hakkınızı helal eder misiniz? Bir an sessizlik oldu. Elleri cebinde ve cebinde tuttuğu yuvarlak metal çerçeveli gözlüğü olduğu halde bekledi. Bekledi, bekledi... Birliğin çavuşu bir adım öne çıktı ve:
       - Bizim helalimiz seninle şehit düşmektir komutanım.
Şeref’in gözlerinden hiç de istemediği halde iki damla yaş süzüldü, ellerinde tuttuğu gözlük tuzla buz olmuştu. Avuç içi kanıyordu ve daha sert bir sesle bağırarak :
       - Hakkınız helal midir bana?
       **** 
Yağmur yağıyordu. Gökyüzündeki martılar birkaç dakika önce yaşadıkları gök gürültüsünden beter bir “Helal Olsun!” sesinden duydukları ürküntüyü üzerlerinden atamamışlardı.
Kan damlaları Dolmabahçe’den Beşiktaş’a doğru birer metre aralıklarla Şeref’i takip ediyorlardı. Neden sonra elinin kanadığını farketti. Dolmabahçe Sarayı Harem Dairesi ardındaki yüksek duvarın altında omuzundaki yıldızlı apoletleri söküp eline sardı. Kanı emen apoletin ipek örtülü yıldızları kıpkırmızı oluverdiler.
Şeref Bey sabahın yağmurlu hüznünde Beşiktaş’a vardı. Balıkçı kahvesinde oturmak istedi ancak “hırpani halim bir Türk subayına yakışmaz” diyerek sahile indi. Oturup tekne altını onaran balıkçıyı seyre daldı. Kan çanağına dönen gözlerinin ardında fırtınalar kopuyordu. Sırtına dokunan elle irkildi. Kafasını kaldırdı. Biraz önce teknesini onarırken seyrettiği denizci bir şeyler söylüyordu. Ama Şeref duyamıyordu onu. Sararmış dişlerine bakarak denizcinin, anlamaya çalıştı söylediklerini.
       - Asker aga, asker aga ?
       - Efendim
       - Okuman, yazman var mıdır?
       - Evet. Hayrola?
       - Agam be teknenin adını yazsan olur mu?
       - Tamam. Nedir teknenin adı?
       - Kardelen
       - Sevgilinin adı mı?
       - Hee... Nerden bildin?
Harp Okulunda aldığı “Hat” dersi ilk kez işine yarıyordu. Şeref Osmanlıca ve bir kardelen şekline benzer motifle yazdı tekneye genç denizcinin sevgilisinin adını “KARDELEN”
       - Aga, kardelen mi bu şimdi? Ya aga çok güzel oldu. Sana borçlandım şimdi ben.
       - Bir gün ödersin. Nerelisin sen?
       - İnebolulu’yum. İstanbul’daki Rum meyhanelerine tuza basılmış torik getiririz. Rumlar lakerda mı, lekarda mı ne diyorlar. Fener’i dönerken teknenin altını vurdum. Burada onarıyorum. Kısmetse öğlen namazı tekneyi indirip İnebolu’ya yelken basacağım.
       ***** 
Yüzbaşı Şeref Akaretler Yokuşu’ndan Osmanoğlu Konağı’na yürüdü. Konağın kapısını müstahdem açtı.
       - Şeref Beyim, hoşgelmişsin
BJK Divan Kurulu üyesiydi. Eskrim takımında kılıç hocasıydı ve futbol takımında da kalecilik yapıyordu. Şeref konağın ahşap merdivenlerini hışımla çıkıp çatıdaki malzeme deposuna girdi. Kısa çatı camının altına oturdu. Tabancasını çıkardı. Cepkenindeki enfiye kutusunu eline aldı. Kutuyu kulağına götürüp iki salladı. Sedef kakmalı enfiye kutusu tıkırdamaya başladı. Kutuyu açtı, içinden pamuğa sarılmış gümüş bir kurşun çıktı. Kurşunu çizme derisine süre süre iyice parlattı. Kurşunu tabancasının tamburuna sürdü, tamburu hızla çevirip kapattı. Kırlaşmaya başlayan şakaklarına götürdü.
       “Affet” dedi.
       TIK... boş
       TIK... boş
       TIK... boş
       *****
Kapı hiddetle açıldı. Ahmet Fetgeri içeri girip dördüncü kez tetiğe basmakta olan Şeref’in elindeki silahı kaptı. Şeref kendinden geçmiş bir durumda ağlamaya başladı.
       - Ne yapıyorsun sen, delirdin mi Şeref ?
       - ...
Koltuk altından tutup Şeref’i aşağıya indirdi. Sade kahve ile birer sigara içtiler.
       “Herşey bitti” dedi Şeref.
       “Daha değil” dedi Fetgeri. “Dün akşam Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul’u terkedip Anadolu’da mücadeleyi başlatmak için gemiyle Samsun’a doğru yola çıktılar”
Gözleri parladı Şeref’in. Birkaç dakika önce Azraille Rus ruleti oynayan o değildi sanki. Bir kuş olup o gemiye yetişmeyi geçirdi aklından. “Nasıl giderim ben de?” dedi.
       “Çok zor. Salmazlar seni İstanbul’dan” dedi Fetgeri. Çaresiz hissetti Şeref kendini. Birden Kardelen geldi aklına. Kardelen vardı ya İnebolu’ya giden. “Neden olmasın?” diye söylendi. “Dur celallenme hemen” diyen Fetgeri’ye Kardelen’i anlattı.
       “Dostum fındık kabuğu kadar bir tekneyle gidemezsin oralara. Sakin olunuz, bir çare düşünürüz elbet” dedi Fetgeri. Artık Şeref’i durdurmanın imkanı yoktu. Yukarı çıktı, üç beş parça eşyasını bez asker torbasına sıkıştırdı. İki dost sarıldılar.
       “Ha, unutmadan bu torbayı da al, lazım olur belki” dedi Fetgeri. “Nedir bu?” diye sordu Şeref. “Denize açılıncaya kadar sakın açma” cevabını aldı.
       *****
  Kardelen denize inmiş, yelken açmaya hazırlanırken bir sesle irkildi denizci :
       - Tayfa lazım mı?
Gözleri ışıldadı genç denizcinin.
       - Buyur agam. Ama hayırdır, nereye?
       - Senin gittiğin yere, hatırlarsan bana borcun vardı, ödeşmiş oluruz.
       ***** 
Kardelen, Anadolu Feneri’ni geçip Karadeniz’e yol alırken, Şeref erguvanlara son kez baktı. Erguvanların güzel renklerini İngilizler’e bırakıyordu.
Yaralı elini Karadeniz’in az tuzlu temiz sularında yıkadı. Temiz bir bez parçası aradı sarmak için. Fetgeri’nin verdiği çantanın düğümünü açtı. İçinde beyaz bir beze sarılı yuvarlak bir şey vardı. Bu bez olur diye açtı bezi ve Kardelen’in içine bir futbol topu yuvarlandı. Gözlerine inanamadı. Bu top mahalli ligde gol yemeden şampiyon oldukları ve hatıradır diyerek sakladıkları “Ertolhd” marka, içten lastikli pahalı futbol topuydu. “Ah be! Fetgeri” dedi içinden ve güldü.
       ***** 
Arasıra esen sert rüzgar ve serpiştiren yağmura rağmen Şile açıklarını neşeyle geçtiler. Ağva limanında gece demirlediler. Lakerdanın satılmamış kısmıyla, mısır ekmeği ve erik rakısı akşam yemekleriydi. Gece denizci gence Beşiktaş’ı, Ahmet Fetgeri’yi ve bu futbol topunun hikayesini anlattı hiç susmadan. Şeref çok içtiği rakının ardından yüzüne doğan yakıcı güneşle uyandı.
Kardelen, Pazarbaşı burnunu aşmış, Karasuya doğru yelkenleri doluyordu. Kardelen’in genç reisi Asiye tüküsünü söylüyor, tekneyle yarışan yunuslara mısır ekmeği atıyordu. Arasıra “Kardelenim, sevdiğim”e benzer mırıldanmalarla yavuklusunu anıyordu. Ertesi gece Akçakoca, diğer gece Amasra limanında yattılar. Yüzbaşı Şeref denizciliği de öğrenmeye başlamıştı.
Amasra limanı çıkışı denizci hayıflandı. “Hava patlayacak agam” Şeref baktı, baktı. Keyifli ve güneşli bir 19 Mayıs sabahından başka bir şey göremiyordu. Önemsemedi.
Teknedeki topun bir o yana, bir bu yana gittiğini gören Şeref başını kaldırdı. Deniz tarafı tamamen kararmıştı ama daha öğlen bile olmamıştı.
       “Karadan neden bu kadar uzaklaştık?”diye sordu Şeref.
       “Agam, kaba dalga vuruyor, burnu çevirdim”
       *****
 Bir süre sonra yağmur eşliğinde öyle bir fırtına başladı ki, Şeref’in midesi dışarı çıkarcasına istifra ediyordu. “Yelken ipinden uzak dur agam, ayağına dolanmasın” dedi genç adam. Bir büyük dalga geçti üzerlerinden. Sonra bir daha, bir daha. Dümen tutan avuçları ezilmişti denizcinin. Şeref yelken ipini tutmaya çalışsa da bir süre sonra direk kopup, denize düştü. Denizcinin çığlığı bardaktan boşalırcasına yağan yağmura karıştı.
       “Agam ipi sal”
Şeref duyamadı, tekne boyunun beş katı bir dalga sancak tarfından tekneyi alabora etti. Dalga çukurunun dibindeki tekne denizin altında kaldı. Denizci büyük bir çeviklikle kendini yukarı itip sudan çıktı.
Yüzbaşı Şeref su çekmiş asker üniformasının ağırlığı ve çizmesine dolanan yelken ipiyle tekneye bağlı karanlık dibe doğru hızla batıyordu. Yarım dakika dibe hızlı gidiş, ayağından çözülen iple durdu. Artık tekneden kurtulmuştu ama üzerindeki ağırlık onun yüzeye çıkmasına mani oluyordu.
Bulanık denizde gözleri açık çırpınırken, yanından geçen beyaz birşey gördü. Bu, yukarı doğru hızla çıkan Ertolhd marka futbol topuydu.
BJK ‘nın gol yemez kalecisi “Panter” Şeref topa doğru uzandı, uzandı...
       ***** 
Kerempe Burnu’nda baygın yatan genç denizci ve yanında Ertolhd marka futbol topu dalgalarla birlikte salınıyordu. Genç denizci yüzünü paramparça eden kayalıkların üzerine çıkıp bağırdı :
       “Agam ! Agam!”
Yüzbaşı Şeref hayatının golünü Karadeniz’in soğuk sularında yemişti. Topa yetişememiş ve karanlık sular onu dibe doğru sürüklemişti. Elbet Karadeniz onu Anadolu’ya verecekti.
       ***** 
Mustafa Kemal’in ardından Kurtuluş mücadelesinde yer almak için Anadoluya geçen Yüzbaşı Şeref ‘ten tam 17 yıl sonra 19 Mayıs 1936’da Şeref’in takımı Beşiktaş Jimnastik Kulübü, 19 Mayıs’ta kutladığı spor gününün her yıl “Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı”olarak milletçe kutlanması için önerisini Atatürk’e sundu ve kabul edildi.
Öneriyi Beşiktaş Jimnastik Kulübü adına veren Ahmet Fetgeri Bey’dir.
       ***** 
Ahmet Fetgeri’ye 1924 yılında bir hanım gelir ve bir torba bırakır. Ahmet bey kadının getirdiği torbadan çıkan topa bakar ve kadına sorar.
       - Nedir bu bacım?
       - İstiklal savaşında şehit düşen kocamın vasiyetiydi, size vermemi istedi.
Ahmet bey sorar
       - Adın ne bacım? 
Kadın yanıt verir.
       “KARDELEN”