31 Ekim 2011 Pazartesi

30.10.2011 BJK:3 - Sivas:1 ST Süper Lig


Yoğun maç trafiğinde görece kolay olan bu maç nedense kafalarda bitmiş, taraftarlar sahada Burak Kaplanı, Mehmet Akyüzü görmek ister bir moda girmişti. Fakat sahaya sürdüğü 11e bakılırsa hoca takımın Kiev deplasmanı, Mersin deplasmanı ve Fenerbahçe derbisi gibi zor maçlar sonrasında yıpranmış olabileceğini görmesine rağmen kadroda Almeida dışında değişiklik yapmaya pek cesaret edememişti. Kayseri maçından bu güne gelene kadar sürekli üzerine koyarak takım olma yolunda ilerledikten sonra bu maçta oturmuş takımla oynamak aslında cazip bir tercihti. Zaten bunu karşılaşmanın ilk yarım saatinde takımın maçın tek hakimi olmasından  da anladık. Fakat özellikle son maçlarda kendini ispatlamak için fazlasıyla efor sarf eden Veli ve genel olarak geçen yılki çizgisinin altında oynayan Necip golden sonra yavaş yavaş işi biraz Ernst üzerine yıkmaya başlamış ve ilk yarının sonlarında sıkıntılı anlar yaşanmasına sebep olmuştu.
İkinci yarıda takımın fiziksel düşüşü dışında birde dalgınlık eseri verilen pozisyonda golü yiyince takım resmen bloke oldu. Sahada öyle bir görüntü vardı ki o penaltı pozisyonu olmasa sabaha kadar maçı çevirmek mümkün olmayacaktı. Neyse ki maç bundan sonra çözüldü 10kişi kalan rakibin son umutlarıda yok oldu ve bir şekilde bu engelde aşılmış oldu. Hocanın maç sonunda bahsettiği pragmatik yaklaşımla bakıldığında ortada kazanılmış bir 3 puan, ligde zirveyi takip ve Kiev maçına hazırlanmak için moral vardı.
Maçta ön plana çıkan olayların başında Q7 polemiğinin biraz daha seslendirilmesi oldu. Önceleri aykırı bir kaç taraftarın forumlardaki isyanıyla başlayan daha sonra "Portekiz Çetesi" diye basında yer bulan. Son zamanlarda hocanın takımda radikal kararlar alıp Guti Fernandes gibi isimleri net bir şekilde dışlamasıyla takım olumlu sonuçlar almaya başladığında tabiri caizse "topun ağzına" gelen Q7 son maçlarda gerçekten faydalı olmak için sanki biraz daha çabalıyor. Fakat sanırım ortada kabul etmesi zor bir gerçek var ki Q7 bu kadar verimi olan bir oyuncu. Ona aşık olan tribünlerin bu gerçekle yüzleşmesi "Mahallenin en güzel kızına aşık olan saf delikanlının onun hafif meşrep olduğunu kabullenmesi" kadar zor ve acıverici. Evet adam yırtınıyor sahada, çalımın en görülmemişini atıyor ortanın en trivelasını yapıyor. Fakat verim değerlerine bakarsak inanılmaz top kayıpları, isabet oranı çok düşük ortalar ve şutlar.. E trivelayla vurunca gol pası olan bir orta o kadar göze hoş geliyor ki birden 4 kişiyi çalımlamaya çalışırken, diğer arkadaşları bom boşken Almeidayı ararken kaptırdığı toplar birden unutulup gidiyor.
Önümüz Kiev maçı ve orada bambaşka bir Q7 izleyebiliriz. Fakat saha içinde doğru kullanmaya başlamazsak önümüzdeki günlerde bu konu hep gündemde kalmaya devam edecektir...

28 Ekim 2011 Cuma

27.10.2011 BJK:2 - FB:2 ST Süper Lig

İlk 7 haftada büyüklü küçüklü hemen hemen tüm takımların sergilediği kötü futbolla başlayan ligin ilk derbisine çıkarken  iki takım arasındaki puan farkı, dolayısıyla Beşiktaşın zirveye olan mesafesi 4tü. Bu yüzden maçı kazanmak üzerindeki tüm takımların puan kaybettiği haftada sadece bir derbi kazanmaktan daha fazla anlam taşıyordu. 
Sahaya çıkan 11 Mersin maçının aynısıydı. Hoca rotasyon yaparken elde ettiği kazanımları yok saymamış ve Hilbert, Ernst,Veli,Pektemek gibi isimlere bu önemli maçta da yer vermişti. Rakibin Emre ve Alexle çok etkili olan ortasahasında bu dinamik ortasaha ile alan savunması yaparak gerçekten etkili oldu. Önceki maçlardan alıştığımız Alexin 1e1 markajla durdurulması yerine o bölgenin kalabalık bir ortasahayla savunulması hem Alex hemde Emreyi etkisizleştirmişti. 
Asıl yumuşak karnı olan kanatlarda Hilbert ve İsmailin neredeyse ortasaha çizgisini geçmemecesine bölgelerini savunmaları kısmen işe yaradı. Kısmen çünkü formsuz Gökhan - Topuz un kullandığı kanat neredeyse tamamen etkisiz hale gelsede diğer kanatta Ziegler ve Canerin etkili bindirmeleri karşısında Hilbert çaresiz kaldı. Hilbert önünde oynayan Q7den neredeyse hiç yardım alamazken Caner hemen her pozisyonda yanında Ziegler le bindiriyor ve etkili oluyordu. Fakat kendi yarısahasında tedbirlerini alan Beşiktaşa karşı etkili olamıyordu. Pektemekle oynamanın hücumda çoğalmaya katkısını da atılan topları kontrol edip takımın ileriye çıkmasını sağlamasıyla gördük. Bekler ve ortasaha çıkmadığından bu pozisyonlarda yeterince çoğalamasa da Simaonun golünde olduğu gibi hızlı ve istekli hücum girişimlerinden sonuç çıkarmayı başardı.
İlk yarının sonlarında skoru dengelemek adına Fenerbahçe baskısını arttırsa da bu skor üretmeye yetmedi. 
İkinci yarıda Beşiktaşın daha da kapanacağını beklerken tam tersine etkili pozisyonlar yakaladı. Oyunun hakimiyetini rakibine bırakmadı. Fakat ikinci golü bulmak yerine biraz talihsiz bir gol yiyince. Tekrar silkelendi ve gol aramaya başladı. Bu dakikaya kadar gercekten göz dolduran Pektemeğin yerine Almeidanın alınması kafalarda soru işaretleri yaratsa da galibiyet golünü atan Almeida hocasını haklı çıkardı. Aynı şekilde Caneri oyundan alan Aykut Kocaman beraberliği yakalamasına rağmen bu gün eleştiriliyorsa maç 2-1 bitseydi herhalde yerden yere vurulacaktı.
Dinamo Kiev maçından sonra bu maçta da son anlarda yenilen gol hesapları ve sinirleri altüst etti. İşin acı tarafı rakibin  çok yoğun baskısından ya da kendi oyuncularının oyundan düşmesinden kaynaklı bir gol değildi bu. Hal böyle olunca fazlasıyla hakedilmiş bir 3 puan son anda uçup gidiyor ve Fenerbahçede ligdeki konumu açısından ve maçtaki dengeler açısından 1 puanla tam olarak istediğini alıp evine dönüyordu.
Takımda kötü oynadı diye adlandırılacak futbolcu bulmak gerçekten güç. Oysa Fenerbahçede çok kötü Gökhan-Mehmet Topuz, etkisiz Emre, Bienvenue vardı diyebiliriz. Beşiktaşın parlayan  performansları ise kesinlikle haftalardır bir türlü bekleneni veremeyen Simaonun etkili oyunu ve Almeidanın dönüşü. Son haftalarda sürekli üzerine koyarak güç ve kalitesini arttıran takımda taşlar biraz daha yerine oturdu. Yıllar sonra takımın neredeyse %70ini 10 yaşındaki çocuğa sorsan sayabilecek kadar oturmuş bir kadroya ulaşmayı başardık. Hücumdaki rotasyon neyse ama arka bölgede sürekli oyuncu değişiklikleri ve denemeler yüzünden uyumu bir türlü yakalayamıyorduk. Oysa şimdi geri ideal geri dörtlünün artık adı konuldu. Sivas maçı ölçü değilse bile bunun tam olarak karşılığını Dinamo Kiev maçında göreceğimizi düşünüyorum. Güzel sinyaller almış olmak adına olumlu bir maçtı fakat galibiyetle bitirilse tadından yenmeyecekti.. Sağlık olsun...

25 Ekim 2011 Salı

24.10.2011 MersinİY0- BJK1 ST Süper Lig

7.Haftanın son maçına çıkarken üzerindeki hemen hemen tüm takımların puan kaybetmesiyle "kötü oynayanlar ligi" sıralamasında zirveye yaklaşma şansı Beşiktaşın kapısına dayandı. Çok etkili bir Mersin karşısında bir türlü taşları yerine oturmayan, isimleri harika ama üretkenlikleri berbat hücum oyuncuları olan takım ne yapacak, 3 gün sonra çıkacağı derbi öncesinde liderle puan farkını kapatma şansını değerlendirebilecek mi gibi sorularla boğuşurken Carvalhal den yine şaşırtıcı bir 11 le karşılaştık.
Hoca takımda aksayan, eleştirilen oyuncularda ısrar ediyor fakat inat etmiyordu. "Şu adam oynasa ne güzel olur", "bu adamı neden oynatmıyosun hoca" gibi yorumlar yapılırken hocada kadrosundaki her oyuncudan yararlanmak için türlü rotasyonlar sonunda yavaş yavaş takıma bir şekil vermeye başladı. Kayseri maçında Guti, Kievde Ernst, Hilbert ve bu maçta da Pektemek ve Veliyi sahadaydı ve haftalardır sallanan "esas oğlanlar" sıranın kendilerine gelmekte olduğunu hissetmiş olacaklar ki bu maçta etkili bir Simao ve Q7 izledik. Simao maç sonu istatistiklerinde takımın en çok koşan oyuncusu olurken Q7 de sezon başından beri sadece Stoke maçında gördüğümüz takımı düşünerek oynadığı bir futbol sergiledi. Kiev maçının kazanımları Ernst ve Hilbertin mücadelesine ortasahaya eklenen Velinin iki yönlü oyunu eklendiğinde maçın daha ilk yarısında Beşiktaşın bariz bir üstünlüğü ortaya çıktı.  Bu baskı ve tempo ilk yarının son 5-10 dakikasına kadar devam etti fakat fark 2 ye çıkmadığından bu kadar etkili oynamasına rağmen maçı kopartamamış oldu.
Mersinin sağ kanadına oynadığı uzun toplar ilk yarıdaki tek hücum yöntemi olmuştu fakat İsmail ekonomik oynadığında çok iyi bir sol bek olabileceğini bu pozisyonların çoğunda doğru hamleler yaparak gösterdi.
Beşiktaş geri dörtlüsünün ortasında ve kenarlarındaki ideal ikilileri bulunca çok fazla pozisyon vermedi fakat yine de 1-2 duran top ve uzaktan şut pozisyonunda devleşen Cenk maçtan sonra adından söz ettirdi. Buna karşılık Q7 ve Holoskoyla girdiği çok net pozisyonları atamayınca son dakikaya kadar puan kaybetme riskini taşımaya devam etti. Neyse ki Kiev maçındaki gibi bir şanssızlık bu maçta yaşanmadı ve kazasız belasız çok değerli 3 puanla Mersinden ayrılıp Fener maçına doğru yola çıkıldı.
Oyundaki kalitenin artması, sahada sıkıntı yaratan isimlerin hazır ve formayı hakeden alternatifleriyle yer değişebilmesi, yıldızların daha fazla sorumluluk alması tatsız tuzsuz ilerleyen sezonda biraz olsun umut ışığı yaktı. Eğer bıraktığı gibi dönerse Almeida'nında katkısıyla gol sıkıntısı aşılacak gibi duruyor. Bu da daha rahat kazanan ve kazandıkça özgüveni artan bir takımın oluşmasında önemli olacaktır. Yeterki hoca bu komplekssiz takıntısız ve adil tercihlerini yapmaya devam etsin...

21 Ekim 2011 Cuma

20.10.2011 D.Kiev1- BJK0 UEFA E.League

Yine korka korka gittiğimiz bir deplasmanda umutlandık ama eli boş döndük. Geçen sene "bi araba gol yiyip" döndüğümüz Kiev deplasmanına moralsiz, keyifsiz ve sıkıntılı gidiyorken umutlarımızı  takımın avrupa maçlarında daha istekli oluşuna bağlamıştık.
Maçın 11ini duyduğumda Ernst-Hilbert-Necip-Sivok-Egemen isimleri en azından mücadele seviyesini yukardaı tutacağımızı fiziksel olarak 2. yarılarda zorlanan Kiev karşısında bunun bir avantaj olabileceğini düşündüm.
Maçın ilk 20 dakikasında takım henüz yerleşmeye çalışırken, kademede inanılmaz hatalar yaptı. Biraz Sivok ve Egemenin fedakarlıkları biraz rakip forvetin beceriksizliği derken bu baskıyı atlattık ve ilk yarının son 20 dakikasında takım olarak topun arkasına geçerek daha kontrollü oynamaya başladık. Kanama durmuş tedaviye geçilmişti. Bunun için acele etmeden sabırla oynamak gerekliydi ki 2. yarıda da aynı oyun disiplinini koruyarak buna devam ettik.
Ortasahadaki pas trafiğimizin de artmasıyla daha şuurlu oynamaya başlamıştık. Belki biraz daha öne yüklensek gol bulmak mümkündü ama sonuçta gruptaki rakibimizin sahasında oynuyorduk beraberlik 1 puan almaktan daha çok 3 puan vermemek anlamına geliyordu ve stratejik olarak bu oyunu sürdüren hoca doğru bir iş yapmaktaydı. Holosko - Edu değişikliği de rakibin risk alacağını düşünüldüğünde arkada büyük boşluklar bulma ihtimali sözkonusu olacağından doğru bir hamleydi. Yani buraya kadar hocanın sahaya sürdüğü 11, maç içindeki hamleleri yerli yerindeydi. Belki Fernandes ve Veliyi 70li dakikalarda oyuna alarak direncimizi biraz daha tazeleyebilirdi ama sonuçta sahaya motive olmuş oyuncular zaten istediğini elde etmek üzereyken çok fazla müdahale etmemekte mantıklıydı. Tüm bu hesapları uzatmanın uzatmasında talihsiz bir korner golü alt üst etti ve gruptaki 2. mağlubiyeti sezondaki 2. akıllı oyunumuzun sonunda almış olduk.
Kayseri maçında takımda en çok eleştirilen konu mücadele gücünün düşük olması, rakibin çok rahat pas yapmasına oyun kurmasına müsaade etmesiydi. Ernst ve Necip li bir ortasaha farkını hemen hissettirdi. Fakat hem Fernandes hem Guti olmadığında kazanılan toplar orta sahada oyalanılarak yavaş yavaş çıkan kanatlara oynandı. Tek yönlü bu oyun anlayışında kenarlardaki Q7 ve Simaonun etkinlikleri düşük olduğunda pozisyon üretmekte imkansız hale geliyordu.
Simao Kayseri maçından sonra biraz utanmış olacak ki maç boyunca iyi niyetli bir şekilde İsmaile destek vermeye çalıştı. Q7 ise gün geçtikçe dahada etkisiz ve faydasız olmaya başladı. Artık hoca bu ikiliyide rotasyona sokarak alternatif hücum sistemleri denemeye başlamalı. Önümüzdeki maçlarda Almeida takıma geri gelecek. Bu şekilde belki eski uyumlarını tekrar yakalarlar. Öndeki üçlümüz Simao-Almeida-Q7 olarak çalışacak mı bunu da önümüzdeki günlerde görürüz. Fakat bir gerçek var ki Aurelio-Ernst-Necip 3lüsünden en az 2 si mutlaka kullanılmalı.
Rüştünün uzun süreli sakatlığında Cenk işi görecek gibi duruyor ve Toramansız göbekte ilk 2 stoper adayı Egemen ve Sivok olacak. Bu durumda yabancıya sıkışıp Hilbertten vazgeçiliyor belki ama gerekirse önden bir yabancı kesilip Hilberti sağbek olarak kullanmak şu an için güzel bir tercih olabilir. İş dönüp dolaşıp öndeki 3kardeşlere geliyor ve öyle görünüyor ki Simao ve Q7 üzerinde bir takım operasyonlar görmek yakındır.
Saha içinde olan biten ve olabilecekler bunlarken işin bir de saha dışı boyutu var. İşler tıkandıkça "yıldız" pansumanıyla mutlu olan, bu yıldızlar yara verse de onlara toz kondurmayan, bu uğurda sürekli kalan oyuncuları ve hocayı eleştirmekten geri durmayan bir taraftar profili oluşmaya başladı. Şuursuzca herkesi herşeyi tüketen bir taraftar yapısı ve sürekli bu tüketimi besleyen bir yönetim şekli... Bu endüstriyel futbol değil. Bu gerçek anlamda bir dejenerasyon.
Bu takım bu güne kadar her alanda tevazu sahibi insanlarla başarı kazandı. Artık biran önce gerçek kimliğine dönsün ve yine bildiğimiz Beşiktaş olsun. Olmaz mı?...

16 Ekim 2011 Pazar

15.10.2011 BJK0 - Kayseri2 ST Süper Lig

Çok sık maç yapıyoduk ondan yıpranmıştı takım..
Yok yok milli maç arasında takım temposunu kaybetti..
Aslında şike soruşturması yıprattı takımın psikolojisini..
Ya da Portekizliler çetesinin bok yemesidir bu..
Aslında hakemlerde çifte standart uygulamıyoda değil ha!
Tabi birde çok şanssızız..
Ya sakatlıklara ne demeli?
Bahanelerimiz bunlardı isteyen alsın gitsin ama ortada bir takım gerçekler de var ki yıllardır onlardan kaçıp kaçıp bu bahanelerin etrafında dönüp duruyoruz. Sadece Beşiktaş ya da sadece büyük takımlar değil. Bütün bir ülke futbolu aynı dertten muzdarip. Lig başladığından beri bütün büyük takımlar gibi Beşiktaşta kötü oynuyor. İsmiyle formasıyla alabildiği maçları alıp 10 puanı attı kenara ama kazandığı hiç bir maçta güzel oynamadı. Dün o etkisiz futbol sonunda bile galip gelebilirdi ya da en azından bir beraberlikle ayrılabilirdi sahadan.
Kaleci Toramanın burnunu kırdığında hakem çok rahat penaltı verebilirdi Skoru 1-1e getirip belki maçı çevirebilir ya da en azından o dakikaya kadar Amrabatla korakor mücadele eden Toramanı kaybetmemiş olarak maça devam edebilirdi. Antalya, Ankaragücü ve Bursa maçlarında olduğu gibi kötü oynadık ama önemli olan 3 puandı der ve dikkatlerimizi Kiev maçına  çevirebilirdik. Bu açıdan  bakıldığında yenilmek atla deve değil. Fakat olay sadece bundan ibaret değil. Genel bir kötü tablo var ortada. "Herkes, her şey değişti tek sabit kalan Başkan demek ki suçlu o" diyerek pragmatik suçlu bulma yöntemine başvurmak son yıllarda taraftarın sıkça yaptığı hatalardan biri. Bu kötü tablonun oluşmasında kulüpteki her dinamik kadar yönetimde etkili tabii ki fakat artık kulübün kendi felsefesine uymayan bir yöntemle başarı peşinde koştuğunu farketmeliyiz sanırım. Bu takım hiç bir zaman yıldızlar topluluğu olarak başarı yakalamadı. Buna yeltendiği dönemlerde ise sabır eksikliğinden bu yıldızlar topluluğuna hakim olacak teknik direktörleri harcayıp "kendi evlatlarına" döndü ve o yıldız savaşlarında "evlatlarını yedi". Schuster gittiğinden beri en büyük endişem geçen seneden kalan bu parlak mirası sevk ve idare edebilecek bir otoritenin -başkan, yönetim, menajer, hoca- yokluğunda takımın kontrolsüz bir güç haline geleceğiydi. Bugün bazı taraftarların özlemle olmasa da en azından serzeniş ile "Schuster zamanında en azından stattan evimize giderken başımız dik yürüyorduk" demesi bana derin bir aaaahhhh çektiriyor..
Kayserispor övüldüğü kadar iyi oynamadı aksine bildiğimiz Kayserispordan çok uzaktaydı. Zira karşısında mücadele gücü çok düşük ve beklenenin aksine hücum zenginliği olmayan bir Beşiktaş vardı. Buna rağmen hakem ıskalamasa belkide şu maçı kazanmadan evlerine döneceklerdi. Ama bu kadar kötü bir rakip karşısında Kayseri övgüleri alkışları ve 3 puanı yüklenip evine giden taraf oldu.  Beşiktaşta ise "Guti ile buzlar erisin kampanyası" için yanlış maç seçilmişti. Yok illa bu maç eritecek isek en azından rakibin direncinin düşeceği son yarım saatte bunu yapabilirdik. Fakat sezon başından beri her maç sonrasında kendisine "Guti niye yok" diye sorulan bir hocayı bu konuda eleştiremeyiz. Simao neden var diye sormakta ise az biraz hakkımız var sanıyorum. Dünde bundan önceki maçlarda olduğu gibi çok etkisiz bir Simao izledik. Aslında iş dönüp dolaşıp sahadaki takımın asker/komutan sınıflandırmasına tabi tutulmasına dayanıyor. Dünyaya "futbol genarali" ithal etmekle ünlü Brezilya bile artık haldır haldır koşan bir takım haline geldiyse artık şu top rakipteyken yürüyerek ortasahada dolaşan arkadaşlarla ilgili bir silkelenme zamanıdır...

4 Ekim 2011 Salı

03.10.2011 G.Antep:0 - BJK:0 ST Süper Lig

Yoğun maç trafiğinde son maça çıkmadan önce milli takım davetleri ve federasyon kararları gündeme oturmuştu. Zaten 2-3 günde bir farklı bir kulvarda farklı takımlara karşı hazırlanmak sadece fiziksel olarak değil mental olarakta sıkıntılıydı. Üstüne birde Q7 oynar/oynamaz mac ertelenir/ertelenmez polemikleri kafaları iyice dumanlamış sahaya zihinsel olarak hazır olmayan bir takım çıkmıştı.
Hocanın sahaya sürdüğü 11de belki tek sırıtan Pektemekle Holoskonun birlikte oynatılması ve Stoke maçında göz dolduran Hilbert yerine Ekreme yer verilmesiydi. Hocanın Edu yerine bu iki boş alan seven hareketli hücumcuyu seçmesi uzun toplarla kontra fırsatları yakalayarak gol arayacağı anlamına geliyordu. Oysa maç başladıktan sonra gördük ki Antep öncelikle gol yememeyi amaçlıyor hücumlarımızda komple kendi sahasına gömülüyor ve atak sırasında yaptığı top kayıplarında akıllıca faullerle kontra yakalamamıza engel oluyordu. Bu durumda Holosko ve Pektemeke atılan uzun topları bu oyuncular ilerde tutarak pozisyon üretmemizi sağlayamaz hale geliyordu. Beğenmediğimiz Edu en azından stil olarak oyuna katkı yapabilecek bir alternatif olarak düşünülebilirdi. 
Son derslerdeki öğrencilerin konsantrasyon eksikliği gibi  ara öncesindeki son maçta isteksiz ve yılgın görünen takım kazandığı topları ivedilikle Fernandesle buluşturuyor oda 3-4 kişinin baskısına rağmen mücadele edip topu takımında tutuyor fakat Simaodan destek alamadığı ve kanatlarda etkin açılımlar yapamadığımız için bu topları  hücum etkinliğine dönüştüremiyordu. Son 3-4 maçta olduğu gibi bu yüklenme Fernandesin 70 dakika sonunda tükenmesine neden oldu. Kısır bir ilk yarıdan sonra ikinci devre Antep oyuna ağırlık koymak istese de Beşiktaş buna hemen karşılık vererek oyunu yine dengeledi. Fakat ardarda gelen birisi kesinlikle hatalı diğeri tartışılabilecek mahiyette 2 kırmızı kart oyunun akıbetini önemli derecede etkiledi. Zaten üretkenlikten uzak olan Beşiktaş için artık skor avantaj haline gelmiş oyunu tek yönlü oynaması kabul edilebilir bir hal almıştı. Antepse bu kartlardan sonra göstermelik hücumlar yapmış 9 kişi karşısında dakikalarca top gezdirerek sanki içten içe bu sezon alacağı ilk puana çoktan razı olmuş bir haldeydi. Alan razı satan razı olduktan sonra maç başladığı gibi bitti.
Yılgınlık ve eksik kalma dışında takımdan kaynaklanan sıkıntıların en önemlisi hücum bölgesi ile bir türlü irtibat kuramamak oldu. Bu sıkıntıyı Almeida sakatlandığından beri görüyoruz. Sahaya Holosko ve Pektemek gibi adamlar sürdüğümüzde onlara servis yapabilecek Guti denen oyuncumuzun artık futboldan vazgeçmiş olması bizi alternatif hücum taktiklerine itiyor, duran toplar ve kanat organizasyonlarına yöneliyoruz. Dünkü gibi kolu kanadı kırık vaziyetteyken Antep gibi lige hala başlayamamış bir takım bile buna engel olup gol atamadan maçı tamamlamamıza neden oldu. Rüştüde gayet gününde olunca aynı zamanda golde yemeden işi bitirmiş olduk.
Kağıt üstünde Antep deplasmanından 1 puanla dönmek fena değil gibi görünse de bu kadar kötü bir Antepi bulmuşken 3 puan alıp gelmemek bir kayıp olarak nitelendirilebilir. Artık önümüzde uzun hatta çok uzun bir ara var. Bu arada Almeida takıma dönmeli, Guti İspanyol gazetelerinde spor yorumcusumu, pompacımı, Beşiktaşın futbolcusumu yoksa rakı şişelerinde balıkmı olmak istediğine karar vermeli, Alves artık hazır hale gelip yarım bonservisi 3milyon euro edermi etmezmi bize göstermeli. Bakalım önümüzdeki günlerde bu -meli, -malı ların ne kadarı hayata geçecek.