Ligin avrupalılarını karşı karşıya getirecek karşılaşma öncesinde çok zor bir Inter maçından çıkan TS handikaplı görünürken peş peşe sakatlık haberleriyle sarsılan Beşiktaş haftalardır inşa ettiği ilk 11ini yeniden yapılandırmak zorunda kaldı. Necip ve Velinin yokluğunda ortasahayı nasıl kurarız diye düşünürken son anda bunlara Simao ve Aurelio da eklenince işin rengi değişti. Evindeki 2 derbide de üstün oynamayı başardığı halde kazanamayan Beşiktaşın bu maçta daha zor olmasına rağmen 3puan alma zorunluluğu vardı. Bu durum da Carvalhalin sınavı olacaktı. Maça az zaman kala klasik 11indeki 3 eksiği Toraman-Fernandes-Ekrem ile tamamlayan hocanın ne yapmaya çalıştığı, neden yaptığı yine bir mantık çerçevesinde anlaşılabiliyordu. Hafta içi Inter karşısında müthiş oynayan TSu yerinde izlemiş tanımış ve eldeki malzemesiyle bir oyun kurgusu planlamıştı. Bazıları 11i oluşturan isimlerden hareketle hocanın beraberliğe razı ve sadece savunacak defansif bir takım sahaya sürdüğünü düşünse de defansif olarak nitelendirilen şeyin oyun planı olduğunu isimlerin kendi başına defansif olamayacağını anlamaları için maçı izlemeleri gerekiyordu herhalde.
1e1 değişen oyuncuları kıyasladığımızda Aurelionun yerine oynayan Toraman aslında bir stoperdi belki fakat Aurelioda bir Alex değildi en nihayetinde. Toramanın maç performansını izlediğimizde gördük ki ofans/defans balansı Aureliodan farksızdı. Bir diğer forma değişimi Simao-Ekrem arasında yaşandı buda takımı hücum yönünde tıkayacak bir hamle gibi görünüyorsa da defansif olarak ortasahaya ve arkasındaki beke yapacağı katkı açısından faydalı bir hamleydi. Bir diğer yeni isimde Velinin formasını giyecek Fernandes oldu buda diğerlerinin aksine hücuma daha fazla katlı sağlayan bir değişim olacaktı.
Eksik oyuncuların bu şekilde telafi edilmesinde hocanın seçtiği isimler kadar bu oyuncuları koyduğu pozisyonlarda çok değerliydi. 11 belli olduğunda yeni isimlerle bir sürü dizilim ortaya atılıyor ve tartışılıyorken ben içimden hep "umarım oturmuş geri 4lüye dokunmaz" diye geçiriyordum. Maç başladığında gördük ki hoca da takımın arızasız bölgesini kurcalayıp kendi kendine bir arıza çıkarmadı ve eldeki imkanlarla kurabileceği en güzel stratejiyle maça başladı. İsimler kıyaslandığında daha hücumcu görünen TS olsa da ilk yarıda net pozisyon sayısı olarak Beşiktaş etkili oldu. Burak bir türlü alıştığı alanları bulamıyor, Colman -belki fiziksel gücüne güvenmediğinden oynama mesafesini kısa tutmak adına- Beşiktaş cezasahasına fazla yaklaşmadan oynuyordu. Ceza sahasına ne kanattan ne havadan ne göbekten bir türlü giremeyen TS kalabalık Beşiktaş ortasahasını atlatmak için kazandığı toplarla hızlı hücumlar yapmaya çalışıyordu bu tempoda kısıtlı enerjisi olan takımın gittikçe yorulmasına sebep oldu.
Karşılaşmanın ikinci yarısında Beşiktaş ceza sahası önünü Toramanla süpürüyor, kazandığı topları Fernandes ile tutup Q7 yi dinamit gibi TS defansının içine atıyordu. Haftalardır eleştirilen Q7 TS defansına öyle zor anlar yaşattı ki bu pozisyonlar psikolojik olarak takımın toplu tüfekli yüklenmesine engel oldu ve üstüne Holosko ve Pektemek gibi güçlü tempolu isimler oyuna dahil olunca artık gözler her an gelebilecek Beşiktaş golünü beklemeye başladı.
Oyunun en etkili isimlerinden Hilbertin getirdiği bir pozisyonda Tolganın top sektirmesi, Celutskanın daha yakın olmasına rağmen geç kalarak Pektemekin seken topa daha önce müdahale etmesine fırsat vermesi gibi zincirleme hatalarla penaltı, kırmızı kart ve gol geldi. Özellikle bu dakikalardan sonra alıştığı futbol alanlarını bir türlü yakalayamayan, istediklerini yapamayan Burak iyice gerilmiş ve pozisyonlarda işi gücü bırakıp sürekli hakemi kurcalamaya başlamıştı. Maçı statta seyreden ve öfkeden deliren bir çok seyirci eve gidince Burağın penaltı istediği, ofsayt yok diye isyan ettiği bir sürü pozisyonda haksız olduğunu ve itirazlarla uğraşırken hem olası gol pozisyonlarını bıraktığını hemde Beşiktaşın kontra pozisyonlar yakalamasına sebep olduğunu görmüştür herhalde.
Türlü handikaplarla sahaya çıkan iki takımın mücadelesi gerçekten iki yönlü ve kendilerinden beklenene yakışır oldu. Fakat net pozisyonları daha fazla yakalayan taraf olarak Beşiktaş hakkettiği bir maçı aldı diyebiliriz. Takımın defansifliği -luce ve denizli şampiyonluklarında olduğu gibi- sıkça eleştiriliyorken maç sonunda istatistikler bunu yalanlar cinstendi. GS maçında 22/10 olan şut/isabet oranı bu maçta da 19/11 olmuştu. Sahada en çok koşan 3 ismin Fernandes-Toraman-Ernst olması dengelerin nerede bozulduğunu açıkça ortaya koyuyordu.
12. haftayı geride bıraktığımızda ligde ve avrupada hedeflerini kovalamaya devam eden oyun olarak sürekli iyiye giden, oyundan ziyade takım olma yolunda çok fazla yol alan Beşiktaş şampiyonluk yaşamış diğer 4 takımlada maçlarını hiç mağlubiyet almadan tamamlamış oldu. Kalan haftalarda işler daha da iyiye gidecek gibi görünüyor. Hele hele dünkü maçta haftalardır aforoz statüsünde duran Fernandes gibi bir yeteneğin trip atmak yerine çıkıp 12km koşması, 64/53 pas yapması yani "bende artık oynamak istiyorum" demesi takım için önemli bir kazanım oldu. Özellikle Uefa da kalan 2 kritik maç olduğunu düşündüğümüzde bu çok önemli bir gelişme.
Şimdi 3gün sonraki Maccabi maçı için nefesleri tutma zamanı, haydi rast gele...