Hedefsiz kalmak bir futbol takımını tabiki etkiler fakat bizimkilerin yaptığı kendi kendini hedefsizleştirmek oldu resmen. Avrupada belirli bir noktaya erişmek ve bu yolda bizlere gurur duyulacak maçlar izletmek güzeldi. Bu uğurda ligdeki kayıplara "eyvallah" dedik. Zira bu sezon lig de lig değildi hani. Bir tarafta şike davaları, bir tarafta kim ne kadar ceza alacak muamması ve tüm bu karmaşa içinde apar topar devreye sokulan "süper final" yüzünden yoğunlaşan maç programı sayesinde oyuncuların, teknik kadronun ve hatta bizlerin kafalar sütlaca dönmüştü. Bizim hoca bunu mağlubiyetlerde bahane olarak kullansa da bu gerçekten bir durum tespitiydi. Evet 3 günde bir maç yapılabilir ama bu her 3 günde 1 maç yapılır anlamına gelmez. Bu vaziyet göz önüne alındığında Avrupa maçları önemsenmiş ve ligdeki maçlar üvey evlat muamelesi görmüştü. Küme düşeceği 6 aydır aşikar olan Ankaragücü bile son puanını bizden almıştı. Bir takımın sık maçlar oynamasında mental ve fiziksel olarak yaşayacağı handikaplardan fiziksel olanları Koch ve geniş kadroyla aşmaya çalıştık. Her ne kadar sürekli aynı bölgelerden eş zamanlı sakatlıklar yaşasak ta bununla bir şekilde mücadele ettik. Fakat takımın mental olarak maçtan maça hazırlanmasında güçlü bir hocanın eksikliğini yaşamışız gibi duruyor. Hocayı eleştirenlerin bir kısmı "yahu mecbur muyuz 433e neden bi'kere de 442 denemezsin be adam" diyor ama takımın koca sezon boyunca taktik antrenman yapma fırsatı bulamadığını, Ümraniyede 2 maç arası yenileme çalışmaları dışında bir şey yapamadığını kimse düşünmüyor. Bu durumda sabit bir taktikte ısrar etmek ve mümkün olduğunca oturmuş takımla devam etmek arzusu anlaşılabilir. Aynı zamanda bugünlerde "Veliye neden gol vuruşu çalıştırmıyorsun antrenmanlarda" diyenlere de hadi ordan diye gülebiliriz. Fakat tüm bunlar ve daha sayabileceğimiz bir çok handikap "ligin son 3 haftasında 9 puan alır ve süper finalde 2.lik hedefini elden bırakmayız" planımızın içine sıçılması için mazeret olamaz.
Maça başladık güzel hücumlarla, güzel mücadeleyle dolu tribünle keyifli bir ilk yarı izledik. Çok gol kaçırdık ama oynuyorduk en nihayetinde nasılsa atardık. Tıpkı evvelki hafta İBB maçında soyunma odasına giderken de böyle düşünmüştük. Takım canlı skor gelir... Fakat dün aynı zamanda oynanan Antalya-Bursa maçında Bursanın ilk yarıyı 2-0 önde bitirdiğini öğrenen Samsunlu oyuncuların 2. yarıda daha iştahlı ve motive oynayacağını fark edemedik. İlk devre sırıtan Burak oyundan çıkarılırken kulübede Edu, Mehmet Akyüz ve Bebe alternatifleri vardı. Bunlardan Bebe 45dk oynayabilecek kadar hazır değildi maçın 0-0 devam etmekte olduğu düşünüldüğünde hocanın takımda daha fazla yer almış Eduyu tercih etmesi belli bir mantığa oturuyordu. Fakat ilk yarıdaki oyundan eser kalmamış takım iyice şuursuzlaşmış birde üzerine boru gibi bir gol yemişti. Girdi çıkmadı ve verdik maçı. İşte dün olan biten budur.
Ha böylemi olmalıydı? Tabii ki hayır. Fakat artık ipin ucu iyice elden kaçtı.
Hoca önümüzdeki sezon bu takımda kalmayacağından adı gibi emin. Zaten o çok hoşumuza giden gözlerindeki kıvılcımda bu sebepten kayboldu. Bundan sonra yapılacak iş belli. Tayfur hoca Süper Final maçlarında takımın başına geçer, bu süre zarfında önümüzdeki sezon değil "önümüzdeki 4 sezon" yeni yönetimin çizeceği vizyona göre takımı kuracak idare edecek teknik direktörle anlaşılır. Ekonomik vaziyete göre kadro yapılanması üzerinde çalışılır ve bu hiç ıvırıp kıvırmadan açıkça taraftara beyan edilir. Popülist hareketlerle tribünlere yağcılık yapmadan çıkıp bir disiplin altında bu kulübün geleceği inşa edilir.
Bu budur, başkada bir yol yoktur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder